Okula uyum çocukların bir hafta önceden okula başlatılması şeklinde algılansa da aslında bu durum bir süreçtir. Bu süreçte neler yapılmalıdır?
*Öncelikle çocuğunuz bireysel olarak zaman geçirmeye hazır olmalıdır. Bunun için annesinden/babasından ayrı kalabilmeli, tek başına oyun oynayabilmeli, komşu veya akraba ile ailesi olmadan zaman geçirebilmelidir.
*Çocuğunuz öz bakım gelişimini belirli ölçüde tamamlamış olmalıdır. Örneğin üstünü giyinebilmeli, fermuarını çekebilmeli, tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra temizlenebilmelidir. Bağımsız hareket etmesi özgüvenini olumlu yönde etkiler. Özgüvenin gelişmiş olması yeni ortamlara adaptasyonu kolaylaştırır.
*Okulun ne demek olduğunu, orada neler yapıldığını, niçin gidildiğini bilmelidir. Bunun için yakın çevrenizden çocuklarla sohbet etmesi sağlanmalı, okul ziyaretleri yapılmalıdır. Okul ziyaretinin doğal sürecinde olması daha etkilidir. Örneğin arkadaşınız çocuğunu okuldan almaya giderken siz de çocuğunuzla arkadaşınıza eşlik edebilirsiniz. Çocuğunuz zil çalınca neler olduğunu, formalı çocukları, bekleyen velileri, servisleri ve daha fazlasını görmüş olur. Okul hakkında fikir edinmiş olur.
*Çocuğunuz okula başlamadan önce oyun gurubu, tiyatro, park gibi toplu etkinliklere katılmalıdır. Tanımadığı kişilerle aynı ortamı paylaşma deneyimi yaşaması sağlanmalıdır. Ayrıca okul ile ilgili yaşına uygun hikaye kitapları okunarak konu algısı pekiştirilebilir.
OKULLARIN AÇILMASI YAKLAŞINCA
*Yaz döneminin bitmesiyle televizyon izleme ve tablet kullanım süreleri ayarlanmalıdır. Çocuğunuzun okul saatine uygun uyku düzeni oluşturulmalıdır. Sabah uyanmasını kolaylaştırmak için değişik yöntemler denenebilir örneğin alarm sesi en sevdiği şarkı olarak ayarlanabilir.
*Bu dönemde yeni olan her şeye korku ve kaygı oldukça fazladır. Hiç bilmediği bir okul, sınıf, tanımadığı arkadaşlar, yerini bilmediği tuvalet… Ayrıca tekrar eve nasıl döneceğini bilemez. Ailesinin onu alıp almayacağı da kaygı sebeplerindendir. Sürecin sağlıklı geçmesi için çocuğunuz bütün bunların cevabını biliyor olarak okula başlamalıdır. Okula başlamadan önce öğretmeniyle tanışmalı, okulunu bilmeli, merak ettiği soruları sorup cevabını alabilmelidir.
*Ailenin çocuklarının okula başlamasına hazır olmayışı bir diğer konudur. Aile kaygılıdır. Kaygı bulaşıcıdır. Evde çocuğun yeni başlangıcı için sevinç ve mutluluk yerine kaygı hakimse çocuk da ortama uyum sağlayarak kaygılı olur. Anne baba kaygılı olsalar dahi yansıtmamaya çalışmalıdır.
OKULLAR AÇILDI
*Çocuk sınıfa girmek istemiyor, sürekli şikayet ediyor, ağlıyor ise öncelikle sınıfa ilk girişinde güvenli ayrılma sağlanması için sarılarak ayrılmalı. Size güvenmeli, orada bekleyeceğinizi bilmeli. Çocuğun esas duygusu anlaşılmalı ve tepkisinin nedenine göre çözüm üretilmeli. Korktuğu için ağlıyorsa neden korktuğu öğrenilmeli. Kaybolmaktan mı? Yabancı kişilerden mi? Yalnız başına tuvalete gitmekten mi?
*Öğretmen veli arasındaki ilişki iyi başlamalı. Öğretmen rahatlatıcı bir tutumla veliye yaklaşmalı ve aile öğretmene güvenmeli. Çocuğa okuldaki otoritenin öğretmen olduğu vurgusu yapılmalı. Aile çocuk adına problemleri çözmemeli, yönlendirici olmalı.
*Okuldan gelen çocuğunuzla kaliteli vakit geçirmelisiniz. Çocuğunuz okulda neler yapıldığının, evde neler yapıldığının farkına varmalı. Gün içerisindeki akışı bilmeli çünkü bildiği her şey güven duygusu uyandırır. Fikri alınarak evde geçireceği zaman planlanmalı ki ödev yapma konusunda zorlanmayın. Ortak kararlar her zaman uygulamayı kolaylaştırır.
*Klasik ‘okul nasıldı’ sorusu yerine, “Bugün okulda şaşırdığın bir şeyi anlat. Sence arkadaşların okulda nelere mutlu olmuşlardır? Öğretmenine hediye almak istesen ne alırdın? “gibi sorular sorulmalıdır.
*İlk okul deneyimi hayatı boyunca çocuğun yaklaşımını belirler. Saat, gün, ay, yıl kavramı bilmeden, kaç yıl okuyacağını bilmeden başladığı serüvenin ilk günün iyi hatırlanması bu uzun yolculuk için çok önemlidir.
Bütün çocukların eğitim yolculuğunda yanlarına aldıkları ilk şey mutluluk olsun. İçleri umut dolsun.
Çocuklarımızla ilgili konularda sosyalleşmeyi çok severiz. Hele bir de akranlarsa sohbet kaçınılmazdır. “Tuvaletini öğrendi mi, yemek yiyor mu, benimki hiç yerinde durmuyor”… Kurulan cümleler sonrasında birbirimizi rahatlatma çabası içine gireriz. Komşu, akraba örnekleri olmazsa olmazımızdır. “Teyzemin oğlu da dört yaşında konuştu, kızımın sınıf arkadaşları da yemek ayırt ediyor”. Peşi sıra tavsiyelerde bulunuruz. “Şunları karıştırıp yedirirsen hastalanmaz, emziğini bıraktır o zaman konuşur”. İyi niyetle başlayan sohbet çocukların kıyaslanmasıyla, annelerin kaygısının artmasıyla son bulur. “Bizim kızla yaşları aynı ama onun oğlu üç kilo fazla, benimki daha büyük olmasına rağmen hala yürümüyor”. Olumsuz düşünceler başladığında yapılması gereken çocuğumuzun gelişimsel olarak değerlendirilmesidir. Kıyaslamak, yarım bilgilerle yorum yapmak çocuğumuz adına yanlış kararlar almamıza neden olur.
Gelişim beş alanda değerlendirilir; Bilişsel gelişim, dil gelişimi, sosyal duygusal gelişim, motor gelişimi, öz bakım gelişimi. Bu alanlarda farklı gelişim hızları olabilir. Örneğin 3-6 yaşta ince ve kaba motor becerilerin gelişimi dikkat çekerken, 6-12 yaşta bilişsel beceriler artar.
Gelişim büyüme ve olgunlaşmayı kapsar. Biyolojik ve çevresel etkiler önemlidir. Genel normlar göz önünde bulundurularak her çocuk bireysel olarak değerlendirilir.
Gelişim süreklidir ve belli aşamalarda gerçekleşir. Örneğin bebeğin ilk altı ayda çok hızlı büyümesi ve sonrasında büyüme oranının yavaşlaması çok normaldir.
Gelişim bir bütündür. Örneğin çevresindeki kişiler tarafından ilgilenilen çocuk etkileşimdedir. Bilişsel olarak desteklenir. Çeşitli uyaranlar sunulduğundan dil gelişimi ve sosyal duygusal gelişimi olumlu etkilenir.
Gelişim genelden özele doğrudur. Örneğin çocuk önce sıralar, sonra yürür. Ellerini ve ayaklarını daha iyi kullanmaya başlar. Becerilerinin artmasıyla oyunları çeşitlenir. Çevreye ilgisi artar, keşfetmeye başlar.
Gelişim yaşam boyu sürer. Değişimin yaşam boyu nasıl gerçekleştiğini, davranışların nasıl değiştiğini, nasıl farklılaştığını anlarız.
Hayat boyu devam eden çok yönlü gelişimde ebeveynlerin rolü büyüktür. Her çocuk biriciktir. Kıyaslanmamalıdır. Aşırı koruyucu olunmamalıdır. Aileler çocuklarının neleri yapıp neleri yapamadıklarının veya zorlandıkları durumların farkında olmalı, çocuklarının bireysel özelliklerine göre imkanlar sunmalıdır. Yaşına uygun beklentiler içerisinde olmalıdır. İki yaşındaki çocuğundan ip atlamasını beklememelidir. Henüz kasları bu eylem için hazır değildir. Tam tersi hazır olduğu durumlar için cesaretlendirmeli, becerisi doğrultusunda fırsatlar sunmalıdır. Dört yaşındaki çocuğunu bağımsız giyinmesi desteklenmelidir. Çünkü bunu yapabilecek bilişsel ve fiziksel olgunluğa erişmiştir.
Kardeşler arası farklar kabul edilmelidir. İlk çocuğunuz on bir aylıkken yürümeye başlamış olabilir. Bu ikinci çocuğunuzun da aynı zamanda yürüyeceği anlamına gelmez. Yürüyemiyorsa çevresinde ilgisini çekecek oyuncaklara yer verilip, ayağa kalkmasında destek olabilecek eşyalar yerleştirilmeli ve cesaretlendirilmelidir. Önemli olan ailenin hangi gelişim alanını nasıl destekleyeceğini bilmesidir. Bunu yaparken çocuğun kişiliğine saygı duymalı, onu zorlamamalı ve başkalarıyla kıyaslayarak duygusal olarak incitmemelidir. Her çocuk özeldir. İhtiyaç halinde müdahale planı için gelişiminin yaş aralığındaki normlara uygun olup olmadığının bilinmesi gerekmektedir.
Danışanım çocuğunun arkadaşlarıyla oyun oynamasını istiyordu. Bir yaşını geçmişti. Oğlunun çok saldırgan olduğunu, arkadaşlarının elinden oyuncağını aldığını, onlarla hiç oynamadığını söyledi. Anne kaygılıydı. Oysa ki çocuğunun yaşı gereği yaptıkları gelişiminin bir parçasıydı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Bütün yaşıtlarında gözlemlenen buydu. Gelişim bir bütün olarak ele alınır. Çocuğun davranışları bütüne göre değerlendirilir. Bir yaş civarındaki çocuklar karşısındakinin oyuncağı çekerek alır, arkadaşlarını iter, onlara vurur. Yaş dikkate alındığında bu davranışlar saldırganlık değildir. Endişelenmeye gerek yoktur. Ancak çocuğun amacı incitmek, istediğini yaptırmak veya üstünlük kurmak ise ona saldırgan denilebilir. Oysaki henüz konuşamayacak kadar küçük çocuklar için amaç sadece oyuncağı almaktır. Birini incitmeyi bilmez, üstünlük kurmak gibi duygulara çok uzaktır. İki yaşta dil gelişiminin ilerlemesiyle kendini anlatmaya başlar ve itme, vurma, çekme gibi davranışlarda azalma görülür. Çünkü çocuk basit sözcüklerle kendini ifade etmeye başlamıştır. Kendini anlatacak kelime haznesi olmasına rağmen sürekli vurma, çekme, itme gibi davranışlar gözlemleniyorsa uzmandan yardım alınması gerekmektedir. İki yaş civarındaki çocuğu olan ebeveynlerin beklentisi olan mükemmel oyun için daha erkendir. İki yaşına kadar çocuklar keşfetmek için dokunur, atar, iter, sallar, bırakır. Her tekrar çocuğa zevk verir ve öğrenmesini sağlar. Bu tekrarlar oyuna dönüşür. Biz yetişkinler anlam veremesekte onlar çoktan oyun oynamaya başlamışlardır. Üç yaşında çocuklarda paralel oyun gözlemlenir. Paralel oyunda çocuk başka çocuklarla aynı ortamda fakat etkileşim halinde değildir. Sosyal iletişim çok azdır. En fazla yanındaki arkadaşından oyuncağını isteme becerisi gelişmiştir. Oyuncağı aldığında tekrar kendi oyununa döner. Üç, dört ve beş yaşlarda çevreye ilgi artsa bile yan yana olan çocuklar aynı oyuncaklarla kendi oyunlarını oynamaya devam ederler. Aynı halı üzerinde arabalarını süren çocukların yolları başka, vardıkları yer farklıdır. Biz yetişkinlerin oyun tanımı çocuklarda 6 yaş ve sonrasında görülür. Yani ilk zamanlarda beklentimiz olan kooparetif oyun daha yeni yeni başlıyordur. Çocuklar artık başkalarıyla organize olur, örgütlenir. Oyuncaklarını paylaşır. Oyunu arkadaşlarıyla birlikte yürütür. Oyunlarında belirli bir amaç vardır. Çocuklar birbirleriyle iletişim halindedir. Değişik tecrübeler, değişik duygular edinir. Yetişkinle birlikte keyif alınabilecek bir çok oyuna katılabilir. Oyun konusunda ebeveynlik daha aktif hal almıştır. Unutulmamalıdır ki oyun en güzel büyüme şeklidir. Çocuk doğduğu andan itibaren oyunla desteklenmelidir. Maria Montessori’nin dediği gibi “Oyun çocuğun işidir.” Oyun olmadan sağlıklı gelişimden söz edilemez. Çocuğun öğrenmesi, büyümesi ve gelişiminde oyun oynamanın yeri yemek yemek ve uyumak kadar önemlidir. En güzel öğrendiğimiz zamanlar eğlendiğimiz zamanlardır. Yaratıcı ve eğlenceli ebeveynlerin yetiştireceği, sağlıklı çocukların yaşayacağı yarınlarımızın olması için; Çocuğun kalbine giden yol oyundan geçsin. Mutlulukları beyinlerini doyursun. Her şey minik masum gönüllerine göre olsun.
Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe ve sonraki her dönemde iletişimde olup, anlamak ve anlaşılmak isteriz. Sözde çok kolaydır karşımızdakinin yerine kendimizi koymak. Kendi çocuğumuzun yerine çocukluğumuzu koymak ise unuttuklarımız arasındadır. Oyuna zaman ayırmak, çimlerde yuvarlanmak, yeni öğrendiklerimize şaşırmak için fazlaca büyümüşüzdür. Çocuğu anlamadan çocukla anlaşamayacağımızı unutmuşuzdur.
Yürümeden koşulmayacağı gibi çocukluk dönemini atlayıp yetişkinlik dönemine geçemeyiz. İnsanlığın aynı yolda yürümesi birbirini anlaması için büyük şanstır. Çocukluk dönemi iki nesli birbirine bağlayan ortak deneyimdir. Zaman farklı imkanlar sunup, teknoloji sürekli gelişip, koşullar değişse de insanı insan yapan duyguların zamanı yoktur. Şimdiki çocuklarda bizim çocukluğumuzdaki gibi mutluluk, heyecan, üzüntü, korku gibi hislerle büyür. Duygular yok olmaz, hislerin modası geçmez.
Büyüdükçe gündemimiz değişir. Günün rutin koşturmacasında kayboluruz. Hayatımızın merkezinde iş stresi, çamaşırlar, yolculuklar, sürekli temizlenmesi gereken evimiz yer alır. Bu nedenledir ki çocukların soruları kimi zaman cevapsız kalır, bazen geçiştirilir. Çocukların esas ihtiyacı olan ilgi, şefkat, hoşgörü, empati aceleye gelmiş olur. Oysaki çocukların acelesi yoktur. Onlar bir yere yetişmez, geç kalırlarsa mahcup olmazlar. Fazlaca heyecan ve hareket barındıran oyun dolu bir dünyaları vardır. Genelde koşarak yanımıza gelir, sorular sorar, merakla bekler, gözlerimize bakar, alacağı cevap için sabırsızlanırlar. Heyecanlanınca hareketlenir, her kurduğu oyuna bizi davet ederler. Duyguları o kadar yoğundur ki paylaşmak isterler. Sevmek, üzülmek, kırılmak, kızmak, mutlu olmak gibi birçok duyguya kapılarını yeni yeni açarken çoğu zaman ne hissettiğini ifade edemezler. Çünkü hisler soyuttur. Israrcıdırlar, kolay bırakmazlar. Üç, beş, on kez denerler. Deneyerek öğrenirler. Anne, baba sürekli meşguliyetlerini dile getirir, bir iki sözcükle geçiştirir, oynamış olmak için beş dakika ayırırsa çocuklar bu olumsuz süreci öğrenirler. Önem verdiğine, önem verilmediğini ve geçiştirildiğini anlar. Kendilerini değersiz hissederler. Sen bizim için çok önemlisin, çok değerlisin, seni çok seviyoruz sözlerinin kanıtını birlikte oynanan oyunlarda, okunan kitaplarda, uçurulan uçurtmalarda ararlar.
Çocuklarda soyut kavramlar 11-12 yaşta gelişir. Yol göstericileri somut kavramlardır. Bu yaşa kadar gördüğü, yaşadığı, dokunduğu şeylerle dünyasını anlamlandırır. Nasıl görme problemi olan kişi yazıları okuyamıyorsa çocuklarda soyut kavramları zihinlerinde canlandıramaz. Sadece gördükleri vardır. Yani en yakınındaki bizler. Biz yetişkinlerin yol göstericisi de çocukluğu olmalıdır. Ebeveynlik serüvenimizde öğrendiklerimizi öğretir, çocukluğumuzu yansıtırız. Abimizle bakkala gitmenin verdiği mutluluk, annemizle evcilik oynandığımızdaki sevinç, yanıtsız kalan sorulardaki kırgınlık, maçın en heyecanlı yerinde yemeğe çağırılmamız bize neler hissettirdiyse aynısını çocuğumuzda hisseder. Çocukluk duygularımızı hatırlayarak, çocuğumuzun yerine kendimizi koyarak hareket ettiğimizde sağlıklı duygusal gelişim için kocaman bir adım atmış oluruz. “Şu an oyunun en heyecanlı zamanı ve sen maça devam etmek istiyorsun.”, “Seninle sohbet etmek beni rahatlattı.”, “Gideceğimiz parkı sen seçebilirsin.” Anlaşıldığımızı hissettiğimiz bu cümleler her yaşta iyi gelir. Mutlu, güvende ve değerli hissettirir. Her şeyin en iyisini istediğimiz çocuklarımızın bu güzel hislerle büyümesi için içimizdeki çocuğa değer verelim. Değer verilen çocuk mutlu, cesur, başarılı ve özgüvenli olur.